Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
O, İz Bırakan Bir Akademisyendi
O,1922 yılında Almanya’nın Erfurt şehrinde dünyaya geldi. Protestan bir aile içinde büyüdü. Tahsil hayatını, bir üniversitenin şarkiyat bölümünü bitirerek tamamladı. Bu arada özel olarak Türkoloji, Arapça, İslam Sanat tarihi dersleri aldı. İslâmî bilimlerde de kendisini yetiştirdi ve doktor unvanı aldı.
1951 yılında hazırladığı bir doktora teziyle, Teoloji Fakültesindeki Dinler Tarihi bölümünde görevine devam etti.
Birisinin ona, Klasik felsefenin, Avrupa’ya ilk defa İslâm’la girdiğini söylemesi üzerine o, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin eserleriyle tanıştı ve böylece onun hayatında yeni bir dönem başladı. Kendi ifadesiyle Mevlânâ’nın Mesnevîsi, en hüzünlü günlerinde onun acılarını dindiren, sıkıntılarını gideren bir merhem olmuş, o eseri yanından hiç ayırmamış; oradan aldığı ilhamlarla gazeller yazmıştı. Yine bu sırada, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Nur Baba adlı romanıyla da bazı İslâm klasiklerini Almancaya tercüme etmişti.
İstanbul’a Geliş Müstear İsim Cemile
Bu akademisyen hanımefendi, 1952 yılında İstanbul’a geldi, bizim edebiyatçılarla tanıştı, bazı yayın organlarında Cemile Kıratlı takma adıyla yazılar yazdı. 1954’te Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi Kürsüsü profesörü olarak göreve başladı ve fakültede bu kürsünün kurulmasına öncülük etti, Dinler Tarihine Giriş isimli bir ders kitabı da hazırladı.
O, Muhammed İkbal’in düşüncelerine ve Hint alt kıtasındaki Müslüman kültürüne de ilgi duyuyordu. 1959 yılında ülkesine döndü ve 1961 yılından sonra da Bonn Üniversitesi’nde Türkçe ve Farsça’nın yanı sıra İslâm sanatları tarihi hocalığı görevini yürüttü..
1967 yılından itibaren “ruhumun batı gurbeti” diye isimlendirdiği Harvard Üniversitesinde başlattığı öğretim görevini 1992 yılına kadar sürdürdü. Ve gün geldi emeklilik hayatını ülkesinde yaşamak için Almanya’ya döndü. Döndü ama pes etmedi; Bonn Üniversitesi Şarkiyat Bölümü’nde ders okuttu, çeşitli yerlerde konferanslar verdi.
Alın Teriyle Alınan Unvanlar
O, akademik unvanını alnının teriyle almış ve hakkını da vermiş, hakkı da verilmişti; çeşitli ülkelerde birçok üniversite tarafından fahrî doktorluk unvanı almıştı.
Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca, Peştuca, Sindce, Bengalce, Sanskritçe, Çekçe, İbrânîce, Eski Yunanca, Latince, İtalyanca, Rusça, İspanyolca, Fransızca, İngilizce gibi birçok dil bilen ve bu dillerde yazılmış önemli eserleri tercüme etmiş bir bilim insanıydı.
O, İslâm’ı, İslâm tarihini ve sanatını tasavvuftan hareket ederek anlamaya ve anlatmaya çalışmıştı.
O, bütün hayatını İslâm araştırmalarına adayan, dillerini bildiği Müslüman ülkeleri tek tek gezen, halklarıyla kaynaşan ve onların kültürel zenginliklerini çok iyi anlayan bir ilim insanıydı. Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı mimari eserlerini, bu eserlerin ana kapılarını süsleyen güzel yazıları ve üslûbu onun kadar anlayan ve kitaplarına aksettiren başka bir şarkiyatçı yoktu.
Üzerinde Durduğu Konular
Eserlerinde, Hıristiyan dünyasındaki yaygın kanaatin aksine Müslümanların Hz. Îsâ’yı, peygamber ve Hz. Meryem’i de iffetin timsali olarak kabul ettiklerini, onların isimlerini saygıyla andıklarını ve onlara değer verdiklerini yazdı.
Tasavvufun, Hint düşüncesinden ve mistisizminden kaynaklanmadığını, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerîm’den kaynaklandığını anlattı.
Uzun yıllar çalışarak ortaya koyduğu bir eserinde, Mevlânâ’nın düşünce dünyasını bütün derinliğiyle ortaya koymuştur. Mevlânâ’nın, aşk, akıl, felsefe, metafizik, şiir, mûsıkî, semâ ve dua anlayışının yanı sıra Allah, âlem, yaratılış, varlık, antropoloji, kozmoloji ve ilâhiyat konularındaki görüşlerine yer verdi.
Bir eserinde, İslâm tarihinde kadınlara verilen değer, Hz. Peygamber’in kadınlara karşı hoş görülü ve esirgeyici davranışları, Kur’an’ın kadınlara verdiği önem ve haklara işaret edilmiştir. Ayrıca sanat ve edebiyatta büyük sûfî kadınların yeri ve başarılarını anlattı.
O, Hz. Peygamber’i de yazdı. Bu eserindeki Peygamber için yazdığı övgü ve takdir cümlelerinden dolayı kendisini eleştiren Batılı meslektaşları oldu. Ama onun,onlara verdiği cevap ise: “Ben Onu seviyorum,” şeklindeydi. Yine bu eserinde, bazı şarkiyatçıların, Hz. Peygamber’in hayatı hakkında yazdıkları bazı eleştirilere tek tek cevap vermiştir. Meselâ, Hz. Îsâ’nın bekâr olmasını normal karşılayan ama Hz. Muhammed’in evlenmesini ve bilhassa çok kadınla evlenmesini anlayamayan Batılılara bu eserinde cevaplar vermiş, bu evliliklerin temelinde daha çok sosyal sebepler bulunduğunu örnekler vererek izah etmiş, O’nun en büyük mucizesinin de Kur’an-ı Kerim olduğunu ifade etmişti. “Kur’an, Müslümanların dünya görüşünün anahtarıdır” cümlesi, onun sıkça kullandığı cümleler arasındaydı.
Mezar Taşı Ve Bir Hadis
Takvimler, 26 Ocak 2003 tarihini gösterirken o, Bonn’da ebedi âleme göçtü. Geride 100’den fazla eser, binden fazla makale bırakarak göçtü. Vasiyeti üzerine kabrindeki mezar taşına Arapça olarak Hz. Peygamber (s.a.v)in bir hadisi yazıldı; “İnsanlar uykudadır ancak ölünce uyanırlar.”
Kısa bir ömre onca eser bırakıp fani dünyadan baki âleme göçen bu Alman hanımefendinin adı neydi derseniz, cevabımız şu iki kelime olacaktır: Annemarie SCHIMMEL. (Allah rahmet eylesin)