Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber
UMRE GÜNLÜĞÜ -4. SON BÖLÜM-
10.Şubat.2014.Pazartesi. Medine. Mescid-i Nebevi.
Dört günlük Medine günlerimiz de dolu dolu, fakat çok çabuk geçti. Mescid-i Nebevide şu anda bir milyon kişi namaz kılabiliyor. Çevresindeki alan genişletilmeye karar verilmiş. Bittiğinde beş milyon insan aynı anda namaz kılabilecekmiş. Medinenin bu kalabalıklığına rağmen, Mekke ile kıyasladığımızda, Ankara-İstanbul karşılaştırması yapabiliriz. Mekkenin o yoğun atmosferinin yanında, Medine daha sakin, rahat ve dinlendirici geldi.
Her vakti, mescidin içinde veya halılarla kaplı dış avlusunda kıldık. Kâbede olduğu gibi Mescid-i Nebevide de her vaktin sonunda cenaze namazı kıldık.
Geldiğimizin üçüncü gününü yani Pazarı, ziyaretlere ayırdık. Rehberimiz Adanalı Fatih, şoförümüz Ebu Yusuf. Arabasına çok titiz davranıyor, kapılarının sıkı örtülmesinden canı yanıyor.
HAMZANIN YATTIĞI UHUD DAĞI ETEKLERİ
İlk ziyaretimiz Medineye 6 km. uzaklıktaki Uhud Dağına oluyor. Okçular Tepesini de gördük, Yüce Nebinin savaş meydanında yaralanıp geri çekildiğinde sırtını dayadığı tepeyi de. Ömründe çok sıkıntılar çeken O Yüce Resulün belki de ölüme en çok yaklaştığı, dişinin kırıldığı, zırhının halkalarının yüzüne batıp kanlar içinde kaldığı Uhud savaşının olduğu günü, rehberimizin duygusal anlatımıyla ve bizzat yerinde görerek aynı anları sanki yeniden yaşadık.
Peygamberle birlikte Hamza, Hanzala ve Musaybın hikâyeleri de gözlerimizi yaşarttı.
Uhudda Müslümanlar 70 şehit vermişti, müşriklerin kaybı ise 22. Ebu Süfyan: “Bedrin intikamını aldık!” diye bağırırken, Hz. Ömer de: “Bizim ölülerimiz Cennette, sizinkiler ateşte!” diyerek Onun sevincini kursağında bırakmıştı.
Çok dersler çıkarılabilir Uhud Savaşından: Okçular Tepesindeki elli okçunun Rasülün sözünü dinlememeleri ve “Savaşı kazandık, ganimet paylaşımında gecikmeyelim.” telaşıyla yerlerini terk etmeleri sonunda savaşın yönünün değişmesinden anlıyoruz ki, peygamber ve arkadaşları da olsa, yanlış yapınca yenilgi geliyor. Kim işini iyi yaparsa kazanıyor. Mal ve mülkün büyük bir sınav olduğu gerçeği de burada görülüyor.
YEDİ MESCİTLER (HENDEK SAVAŞININ YAPILDIĞI TOPRAKLAR)
İkinci uğrağımız Yedi Mescitler yani Hendek Savaşının yapıldığı yer. Başta Rasulullah olmak üzere, Hendek Savaşındaki komutanların karargâhının yerine, yedi mescit yapılmış. Onun için bu bölgenin şimdiki adı Yedi Mescitler. Selman-i Farisinin önerisiyle kazılan hendeğin yerinde, şimdi yeller esiyor. Her taraf dümdüz olmuş. Asfalt yollar ve binalarla kaplanmış.
626 yılında kazılan hendek 5,5 km. uzunluğundaymış. Derinliği 4.5, genişliği 5 ile 9 m. arasında. Başlarında sevgili Peygamberimiz olmak üzere 3 bin sahabi, onar kişilik guruplar halinde, kendi paylarına düşen yirmişer metrelik bölümü, gece gündüz çalışarak, düşman gelmeden bitiriyorlar.
Yiyecek ve içeceklerin çok iktisatlı kullanıldığı; bazen aç kalındığı; açlıktan Allahın Elçisi dahil bir çok sahabinin karnına taş bağladığı günler, işte bu Hendek Savaşı günleriydi. Rehberimiz hem bunları anlattı hem de: Bir arkadaşının davetine giden ve ancak iki kişiye yeten yemeğin, mucize eseri olarak bütün ordunun yediğini yine de bitiremediğini söyledi. Bu çelişkili anlatımlar karşısında rehber arkadaşa: Müşriklerin ısrarlı mucize istekleri sonunda inen: “De ki Kuran size yetmez mi?” ayetini hatırlattım.
Bir ay kadar süren kuşatmada düşman hendeği geçemedi. Erzakları tükendi. Çıkan fırtınada çadırları yerle bir oldu. 10 bin kişiyle saldırdıkları Medineden elleri boş, perişan, eşyalarını bile tam toplamadan kaçar gibi dönüp gittiler.
Kuran, Hendek Savaşının sonucunu bize şöyle anlatıyor: “Allah, o inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allahın yardımı savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir.” (Ahzab, 33/25).
KIBLETEYN MESCİDİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Pazar günkü ziyaretimizi Kıbleteyn Mescidi ve Kuba Mescidini görerek tamamladık.
Kıbleteyn yani çift kıbleli mescit. Kudüs yönüne dönmüş olarak, olarak bir öğle veya ikindi namazını kıldıran Rasulullah, gelen bir vahiyle (Bakara,141) Kâbeye dönüyor ve namazını tamamlıyor.
Hicretin 16. ayında gerçekleşen bu olaydan sonra, artık müminlerin kıblesi Kabe oluyor. Olayın gerçekleştiği mescit de bu isimle anılıyor. Zamanında çok mütevazi olan, fakat şimdi çok şatafatlı olarak yapılmış bu mescitte, iki rekât namaz kılarken düşüncelere daldım. Bugün Türkçede kıble, sadece bir yöne yönelme değil mecaz olarak, bir fikre, inanca, dünya görüşüne, bir maddeye yönelme anlamında da kullanılıyor. “Falanın kıblesi artık para, batı veya kapitalizm olmuş.” gibi.
Bu arada Prof. Dr. Mehmet Okuyanın “kıble” ile ilgili çok hoş bir sözü de aklıma geldi: “Organların kıblesi Kâbe, gönlün kıblesi Allahtır.” İnsanın aklına hep güzel sözler gelmiyor. 1930 lu yıllara ait bir dalkavuğun yazdığı şiirden bir bölüm de aklıma geldi: “Kâbe Arabın olsun, Çankaya bize yeter.”
Bu dalkavukluğunun karşılığını görüp milletvekili olan Kemalettin Kamunun ismini zikredip günlüğümü kirletmek istemezdim, ne yazık ki güzel de, çirkin de zihinlerde iz bırakıyor. Güzel izler bırakmak ne güzel.
Zihnime gelen ikinci düşünce, vahyi alan O Yüce Elçi, hemen topuklarının üzerinde dönüp, yönünü değiştiriyor. Namazın bitişini beklemiyor. “Hele bir sakin kafayla düşüneyim.” demiyor.
Bizler de, Allahın emirlerini ertelemesek; emekli olmayı beklemesek; “gencim, daha zamanı var” demesek; “sünnete uymanın, peygamberi her konuda örnek almak olduğunu” bir anlasak; okuduğumuz her Kuran ayetini, kalbimize yeni inen bir vahiy gibi algılasak; evet biz yeniden ve yeniden gönlümüzün kıblesini, SONSUZ MERHAMET SAHİBİ YÜCE ALLAHA ÇEVİRSEK…
HÜZÜNLÜ DÖNÜŞ
13.Şubat.2014.Perşembe.İstanbul.
İstanbula döneli dört gün oldu. Günlüğümün son bölümünü tamamlamam lâzım. Bir türlü yazamıyorum. Defterimin sayfalarına bakıyorum da, Mekke ve Medinede şimdi zor da okunsa, epeyce notlar tutmuşum. Kaç gün sürer bilmem ama kendimi sürgünde hissediyorum. Sürgün deyince de Sezai karakoçu hatırlıyorum. O şiiri bulup yazsam mı? Evet yazacağım. Önce Medinedeki son günümüzü ve dönüşü hatırlayayım.
Kıbleteyn Mescidinden sonra, Kuba Mescidini gördük. Kuba, hicret günlerinde, Medineden önce dört gün konaklanan bölge. Bugün hurma bahçelerinin bolca bulunduğu, yeşilliklerle kaplı şirin bir bölge. Biz de bu hurma bahçelerinde biraz dinlendikten sonra öğle namazına Mescid-i Nebeviye yetiştik.
Pazartesi ikindiye kadar olan zamanımızın büyük bölümünü mescitte geçirdik. Akşam 21.00 civarında İstanbuldaydık. Dönüşümüzü en güzel anlatan, torunumun şu sözü oldu: “İlk defa, evime döndüğüme sevinemiyorum.”
Günlüğüme bu cümleyle nokta koyuyor, yukarıda söz verdiğim, “EY SEVGİLİ” diye de anılan, Karakoçun o uzunca şiirinin son bölümünü defterime kaydediyorum.
SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
SEZAİ KARAKOÇ