Fatih haber,Haber fatih,Fatih Yaşam,Fatih aktuel ,Haber

Fatih Aktüel

Video Galeri
Foto Galeri
Web Mobil
Bu yazı 7971 kez okundu.
Yazının Tarihi :   02 Nisan 2014 - 20:14:10

UMRE GÜNLÜĞÜ -1-

Büyüt
Küçült
UMRE GÜNLÜĞÜ

Mustafa GÜL

       UMRE GÜNLÜĞÜ  -1-


                                                                                 30. Ocak. 2014. Perşembe.


                                                                                                Mekke.


            Ömrümün en uzun, en yorgun, en tatlı ve en heyecanlı gününü geçirdim. 27 Ocak Pazartesi saat 22.30 da hava alanındaydık. 28 Ocak Salı akşamı, oteldeki yatağıma uzandığımda saat 22.30 olmuştu. Bugün Perşembe. Tarih 30 Ocak olmalı. Umre yolculuğumu yazmayı düşünmüştüm. Ancak fırsat bulabildim. Kısmet olursa, fırsat buldukça yazmaya çalışacağım.


           Uçağımız Salı sabahı 01.50 civarında İstanbul’dan kalktı. Antalya-Kıbrıs-Mısır üzerinden 2.300 km. uçarak, 3 saat 10 dakika sonra Cidde’ye vardı. Cidde’nin “ced/soy” anlamına geldiğini yeni öğrendim.


        Sabah namazını Cidde Hava Alanında kıldık. (Yol arkadaşlarım, eşim, oğlum, gelinim, torunlarım Ahmet Salih ve Nurşah.) İşlemler bittikten sonra, firma yetkilisi Fatih, bizi çıkış kapısında karşıladı. Son model bir cipe bizi bindirdi, Arap şoföre gideceğimiz otelin adresini verip, kendi arabasıyla takip etti.


         Otele 09.30 da vardık. Cidde-Mekke arası 100 km. Sürücümüz Yemenli bir Müslüman. Arada hep birlikte TELBİYE getiriyoruz:


        “Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnnel-hamde, ven-nimete leke vel-mülk. La şerike lek.”


       Yani: “Buyur Allah’ım, buyur. Buyur ki senin ortağın yok, emrine amadeyim buyur! Hamd sana, nimet senden ve mülk senin. Ortağın da yok senin.”


       Ha unuttum bu telbiye, ilk olarak THY uçağında yaptırıldı. İhramı, İstanbul Atatürk Hava Alanında giyindik. Mikat bölgesinin üstünden geçildiği için, uçağın içinde veya hava alanında ihrama girilmesi gerekiyor. (Ne yazık ki bizi uğurlamaya gelen küçük torunlarım Emir, Zeynep, Ayşenur ve Mustafa Emre bizi ihramlı göremedi.)


        Cidde-Mekke arası, biraz Türkiye’yi andırıyor. Yapılmış duble yollar ve yapılmakta olan köprüler, üst geçitler ve daha geniş yollar. Harem bölgesine girmeden önce kum çölleri, çok yüksek olmayan tepeler, Mekke girişinde sağlı sollu ağaçlar. Yaklaşık 1,5 saatlik yolculuktan sonra oteldeki kahvaltıya yetiştik.


         Biraz dinlendikten sonra saat 14.00 civarında Umre tavafını yapmak için Muhammed Hoca’nın rehberliğinde Kâbe’ye yöneldik. (Otel-Kâbe arası yaklaşık 700 m.) 50 m. Sonra dev saat kulesi karşımıza dikildi. 2005 yılındaki Hac ziyaretimizde, Kralın sarayı eleştiriliyordu: “Kabe’yi gölgede bırakmış.” diye. Bugün adını daha öğrenemediğim bu yeni yapı:


       “Ben en büyüğüm!” dercesine, Kâbe dahil, her şeye tepeden bakıyor. Fakat nafile. Tüm kalplerin bağlandığı, gözyaşlarının aktığı, milyonların etrafında pervane olduğu, o sade, gösterişsiz, siyahlara bürünmüş, dört köşeli yapı karşısında, kibir sembolü bu ruhsuz yapılar, bu büyüklüklerinin keyfini çıkaramayacaklar…


     “1” numaralı kapıdan girdik içeri. Eşimle benim Beytullah’ı ikinci görüşümüzdü. Yine de gözyaşlarımızı tutamadık. Gelinim ve torunum Nurşah’ın da gözleri yaşlarla dolmuştu. Ömer ve Ahmet duygu dolu anlar yaşıyorlardı.


                                                                                                1.Şubat.2014.Cumartesi.


                                                                                                      Altınoluk Karşısı.


 


        Şu anda Kâbe’de, Altınoluk tarafında, sözleştiğimiz köşede oturuyoruz. Tavaf edenleri ve Beytullah’ı seyrederken, Ömer’le Ahmet, kulaklıktan Kur’an meali dinliyorlar. Ben de fırsat bulmuşken kaldığım yerden yazmaya devam edeyim.


        Hacer-ül Esvet’in bulunduğu köşeden: “Bismillah-i Allahuekber!” diyerek, tavafa başladık. İhramlıyız, sağ omuzumuz ve başımız açık, ayaklarımız çıplak. Ömer sıcağa ve güneşe genelde dayanamaz. Fakat Allah’ın bir ikrâmı olarak, hava parçalı bulutlu ve fazla sıcak değil. Her tam dönüşün adı bir “ŞAVT”. Yedi şavt tamamlayacağız. Yedi, Arapça’da sonsuzluk anlamı da taşıyormuş.


        Her şavtın başlangıcında, avuçlarımızın içiyle “Hacer-ül Esvet’i” selamlıyor ve binlerin arasında dönüyoruz. Büyük- küçük, kadın- erkek, omuzlarda bebek; kimi Asya’dan, kimi Afrika’dan renk renk müminler, daha çok Arapça olmak üzere herkes kendi dilince dua okuyor. Herkes ama herkes tek bir varlığa sesleniyor. Tek bir varlıktan yardım istiyor. Tek bir varlıktan bağışlanmak diliyor. Bütün eller O’na açılıyor. İstekler, dilekler, diller farklı da olsa, istenen makam tek. Belki de “LA İLAHE İLLALLAH” burada geçek anlamına kavuşuyor.


        En çok: “ Rabbena, atina, fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten, va kina azabennar.”


      Yani: “Rabbimiz! Bizlere dünyada iyilik ve güzellikler ver. Ahirette de iyilik ve güzellikler ver. Bizi cehennem azabından koru.”  duası okunuyor.


        Okuduk. Tavafımız bitti. İki rekât namaz kıldık. Dua ettik. Zemzem içtik. Biraz uzun sürdü tavafımız. Çünkü çok kalabalık olduğu için, en uzak dairede döndük.


        Rehberimiz bizi “SAY”in başlangıç noktası olan SAFA tepesine bıraktı. Yapacaklarımızı tarif edip ayrıldı.


            Say yapmaya başlamadan ikindi ezanı okundu. Safa tepesinde, Kâbe imamına uyarak, on binlerce umreci ile birlikte ikindi namazını kıldık. Bu arada hanımlar da ilk defa cenaze namazı kılmış oldular. (Mekke ve Medine’de her vaktin sonunda kılınan bir cenaze namazı vardır.)


             Niyet ederek say yapmaya başladık. Say da, tavaf gibi yedi şafttan oluşuyor. Dört defa Safa’dan Merve’ye, üç defa da Merve’den Safa’ya doğru. İki yeşil ışık arasında hızlı koştuk. “Hervele” denen bu hızlı yürüyüşte hiçbirimiz Ömer’e yetişemedik.


            İki tepe arasında, en çukur olan bu alanda zamanında Hacer’in koştuğu, çukurdan bir an önce kurtulup, Safa tepesinde bıraktığı yavrusu İsmail’i görmek istediği anlatılır. Doğrusunu Allah bilir.


                                                                            1.Şubat.2014.Cumartesi. Saat 15.30.


 


          Şu anda Kâbe’nin karşısındayım. Yanımda Yemenli bir genç Kur’an okuyor. Sağımızda, solumuzda tavafını bitirip namaz kılanlar, dua edenler, zemzem içenler ve önümüzde tatlı bir uğultuyla dönen binler… Daha önce milyarların döndüğü gibi.


         İbrahim ve İsmail’in, Kâbe’yi temelleri üzerinde yükseltip, insanları Hacca çağrılarından bu yana, kim bilir kaç Nebi ve ümmeti burada döndü. Kur’an’da belirtildiği gibi ilk kurulan şehir BEKKE yani Mekke olduğuna, Beytullah’ın temellerinin çok eskilerden kaldığına göre, Allah’u âlem İdris de, Nuh da, Adem – Havva ve çocukları da burada döndü.


      Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed’in(sav) önde,  arkasında Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve eşleri, Muhacir ve Ensar’dan niceleri; müşriklere zayıf ve yorgun gözükmemek için, sağ omuzlarını açarak, ilk üç şavtta daha hızlı koştuklarını; nübüvvet öncesi Muhammed-ül Emin olarak kucaklayıp koyduğu o siyah taşı öptüğünü; “Bimillah-i Allah-u ekber”le başladığı tavafta kendisi, ümmeti ve insanlık için RABB’İNE en güzel duaları yaparak dönüşünü hayal ediyorum.


          O’nun adına uydurulmuş binlerce rivayete karşılık, burada yaptığı tavafın gerçekliğini, şu anda dönen binler teyit ediyor. Belki de maddi ve manevi manada O’nun izi burada gerçekleşiyor. (Kâbe’nin örtüsüne mendilleri, kaşkolları, gömlekleri sürmeler gibi hurafeler hariç.)


        Biz dönelim ilk güne. Sayımızı tamamladık. Fakat iyice de yorulduk. 15 dakikada geldiğimiz otele dönüşümüz sanki bir saat sürdü. İhramdan çıkışımız biraz maceralı oldu. Rehberlik eden hocamız: Hanifi mi, Şafii mi? olduğumuzu sordu. Hanifi olduğumuzu öğrenince, Şafii olsaydık saçımızdan birazcık kesmemizin yeterli olacağını, Hanifi’de mevcut saçın üçte birinin kesilmesi gerektiğini, söyledi. “Biz de Şafii’ye uyarız.” deyince: “Olur mu? Şafiiler burada Hanifi’ye uyuyor.” dedi.


 


        Tartışmayı uzatmadık, fakat az da olsa saçımızı kesecek bir makas bulamadık. (Hava alanında, bagaja vermemiz gereken makası, yanımıza aldığımızdan görevli çöpe atmıştı.) Nurşah’ın fikriyle tırnak makasları imdada yetişti. İhramdan çıktık. Duş alıp yatağa uzandığımızda saat 22.30 olmuştu. Yani Pazartesi sabah 07.00 den, Salı 22.30 a kadar 41,5 saat uyumamıştık. 

E-Posta ile Yolla
Sayfayı Yazdır
Sosyal Paylaşım
Google
Blogger
Tumbir
İsim Soyisim :
E-Mail :
UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Uyarı
Güvenlik kodu :
Mahir kılınç
 
Rabbim kabul eylesin! Sanki beni oralarda gezdirdiniz. Allah razı olsun!
Sami Erdoğan
 
Kıymetli Hocam, her şeyden önce gerçekleştirmiş olduğunuz Umre’nizin mübarek ve de makbul olması dileklerimle. Darısı bizim başımıza. İmrendiğimi ifade etmek isterim. Günlü-ğünüzü paylaşmanız ise ayrı bir incelik, müteşekkiriz. Günlük notlarınızın ifade gücü ile kutsal beldemizi zihnimde canlandırabiliyorum. Yorum ve tesbitleriniz ise ufuk açıcı. “Umre Günlüğü”nüzün devamını bekliyoruz… Allah’a emanet olunuz… Bâki Selâm…
simavi
 
Hacım, hoş geldiniz. Rabbim umrenizi kabullerin en güzeliyle makbul eylesin. Bizleri de dualarınız arasına almışsınızdır inşallah. Cidde’ye indiğinizde Cidde toprakları da kendi üzerine halis ve soylu bir kişinin bastığına yarın şehadet eder inşallah. Cibutililerin kendi akıllarınca diktiği o gökdelenlerin görüntüsü, ne yazık ki, BEYTULLAH’ı fiziki olarak sanki bir kuyuya gömülmüş manzarası arzediyormuş. Onun için sitemimiz var Cibutililere. Hocam, bu seri çok hoş bir UMRE REHBERİ olacak inşallah. Bu bapta zevkle okuduğum bir eser daha vardı: Aşi Şeriati’nin Hac adlı eseri. Gelecek yazıyı dört gözle bekliyoruz. Elinize kaleminize sağlık…
YAZARA AİT DİĞER YAZILAR



Foother
SOSYAL MEDYA
Facebook Twitter RSS Sitemap
"Fatih Aktüel | https://www.fatihaktuel.com/"   Tum Hakları Saklıdır. © 2023 - 2024